30 Mart 2010 Salı

Kütüphane ( Uçurtma Avcısı )

Uçurtma avcısı , her insanın öyküsünün çocukluğundan itibaren başladığını ve göğüsleyemediğiniz her imtihandan hayat boyu tekrar tekrar geçeceğinizi anlatan bir roman. Hiç bilmediğiniz bir ülkenin çocuklarının ve insanlarının dünyasını idrak ediyorsunuz kitapta. Ülke Afganistan …

Bir çoğunuzun Afganistan hakkında fikri olduğundan eminim, belki Taliban ya da Çeçen direnişçiler gibi kulağınıza çalınmış birkaç kelimeniz var, belki arkadaş ortamlarınızda yıllardır yaşanan ve süre giden işgal hakkında ahkam kestiğinizde olmuştur. Neden böyle söylüyorum ? Geçenlerde Hilmi Yavuz internet üzerinde rastladığım bir yazısında Uğur Mumcu‘nun cehalet tanımına değiniyor; “ Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak “. Bunun hepimizin genel geçer bir alışkanlığı ya da hastalığı olduğu gerçeğine uyandırmak istiyorum sizleri. Ve yanlış anlaşılmasın eleştirmiyorum, özeleştiriyorum .

Kitaba dönecek olursak bir yaşam öyküsü olmasının yanı sıra Afgan tarihine kısa bir bakış atmanızı sağlıyor ve sizi fikir sahibi olduğunuz bir konu da bilgi sahibi olmaya yönlendiriyor. Emir ve Hasan, Kabil‘de monarşinin son yıllarında birlikte büyüyen iki çocuk. Hasan Afganistan'da pek sevilmeyen bir azınlık olan Hazaralara mensup, babasıyla birlikte Emir‘in ailesinin yanında hizmetli olarak çalışıyor. Fakat bu sınıf farkına rağmen dost olmayı başaran bu çocukların öyküsü Emir‘in bu dostluğa olan büyük ihanetiyle sekteye uğruyor. Daha sonrası ise mükemmel ve sade bir anlatımla 30 yıl sonra da olsa baş edemediğiniz imtihanınızla yüzleşmenizi anlatıyor ve öykü artık sizin öykünüz oluyor.

Kitaba ağlatan roman diyorlar! Bu benim gibi sulu göz bir okuyucunun yorumu da olabilir. 2006 – 2007 yıllarında Penguin / Orange Readers‘s Group Ödülü‘nü kazanmış ve dünya da 8 milyonu aşkın kişi tarafından okunmuş. Kitaptan uyarlanan film “Kite Runner “ 2007 yılında gösterime girmiş.

Kitaptan alıntılar :

“Artık Baba‘nın yanıldığını görebiliyorum; bir Allah var. Her zaman da vardı. O‘nu burada, bu umutsuz, yılgın koridordaki insanların gözlerinde görebiliyorum. Burası Allah‘ın gerçek evi; O’nu kaybedenler O’nu yine burada bulabilir – göz kamaştırıcı ışıkları, göğe yükselen minareleriyle o beyaz camide değil. Allah var, olmalı. Şimdi dua edecek O’na yakaracağım; bunca yıldır O’nu ihmal ettiğim, yalan söylediğim, hiçbir cezaya uğramadan, özgürce günah işlediğim için! Bir de O’na, bunca zaman görmezden gelip şimdi sıkışınca, sırf ihtiyaçtan başvurduğum için bağışlamasını isteyeceğim. Kitabın söylediği kadar merhametli, verici rahim olduğu için O’na yalvardığımı açıklayacağım…Yeter ki duamı kabul etsin, şu tek arzumu yerine getirsin: Hasan‘ın kanı ellerime bulaştı; oğlunun kanının da bulaşmaması için Sana yalvarıyorum. “

“ İslamabat‘a kadar olan dört saatlik yolculuğun neredeyse tamamında uyudum. Bir sürü rüya gördüm, çoğunu karmakarışık imgeler halinde anımsıyorum; beynimden hızla akıp geçen, silik sahneler: Baba on üçüncü doğum günüm için kesilen kuzunun etini terbiye ediyor. Süreyya‘yla ilk kez sevişiyoruz, güneş doğudan yükselmekte, düğün marşı hala kulaklarımızda çınlıyor, kınalı elleri benimkilere kilitlenmiş... Hasan‘ın pantolonundan sızan kan karın üzerinde kopkoyu, neredeyse siyah görünüyor. Kan çok güçlü bir şeydir, baçem. Cemile Hala Süreyya ‘nın dizine dokunuyor, en iyisini Allah bilir; demek ki böyle yazılmış, diyor. Babamın evinin damında uyuyorum. Baba tek önemli günahın hırsızlık olduğunu söylüyor . Yalan söylediğinde bir insanın gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Rahim han telefonda, bana yeniden iyi olmanın bir yolu vardır, diyor. Yeniden iyi biri olmak mümkün … “

11.03.2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder