I'm nothing great.But I'm a rose...I'm a rose whether I'm admired or not , I'm a rose whether anyone's crazy about me or not...Like I said , nothing great. Just a rose...But, do you know what it means to be a rose, my friend?Being a rose means 'freedom'.It means not exiting by the praises of others or not ceasing to exist by their disapproval.
30 Mart 2010 Salı
Kütüphane ( Anka Kuşu )
yerde gökte yoktur eşin...
Ama benim de gençliğim var/
o da bir defa gitti mi geri gelmez/
Söyle bana Anka kuşu/
bir ömrü adamaya değer misin?"
ERDAL İNÖNÜ
Can Dündar'ın kaleme aldığı 'ANKA KUŞU' adlı kitabı yeni bitirdim sıcağı sıcağına sizlere de tavsiye etmek istedim. Erdal İnönü ile söyleşi yapılarak onun anılarının yazıldığı bir kitap. Tabi çocukluktan itibaren bilgiler var ve Atatürk, İsmet İnönü ve ihtilal yıllarına ait çok enterasan anılar ve detaylar yer alıyor. İsmet İnönü'ye karşı önyargılı olduğuma kanaat getirdim mesela. Türkiye'de demokrasiye geçiş sürecinin ne kadar zor olduğunu ve bugünlerde demokrasi konusunda resmen altın çağımızı yaşadığımızı idrak ettim. Hoşuma giden birkaç konuyu sizlerle de paylaşmak istiyorum.
Can Dündar İkinci Dünya Savaşı yıllarını soruyor; Savaş yılları gündelik yaşamınızı nasıl etkiledi? Mesela tasarruf önlemleri, sofradaki yemek vs.
"Yemek dikkatli yenirdi çünkü ekmek azalıyordu. Bunu farkediyorduk. Biz de Çankaya Köşkünde vesika kullanıyorduk. Türkiye'de başka aileler de olmayan şeyler, bizde de olmasın diye bir dikkat vardı. Hatta bir sefer hatırlıyorum, eve özel bir ekmek yapılıp getirilmişti. Bizim hoşumuza gitti. Babama da verdiler.O, "Nereden çıktı bu!" dedi. Anlattılar. "Bu özel bir şey; olmaz öyle şey," dedi ve biz kullanmadık. Bu dikkati hep gösterirdi. Onun dışında bir sıkıntımız olmadı bizim ..."
Konuşma arasında çok doğal bir üslupla espri yapıyorsunuz . ( C . D Yorumu )
"Ben konuşmayı seven bir insan değilim, az konuşurum. Birileri konuşurken dinlerim onları, hemen konuşmam. Böyle olmak insana vakit kazandırıyor. Başkaları birşey söyleyince hemen ortaya atılıp da ona cevap vermiyorsunuz. Biraz düşünüyorsunuz, gözlem yapıyorsunuz, hazırlanıyorsunuz. O zaman aklınıza bir şeyler geliyor ve onu söylüyorsunuz. İnsanlar heyecanla bir şeye kendini kaptırmışken birinin gerçekçi gözlem yapması, onları şaşırtıyor ve güldürüyor çok defa..."
....
"Küçükken babam bir konuşmada bana ‘Sonuna kadar görevimi yapacağım’ dedirtmişti. Bu söz, içime işlemiş. Okulda başladım. Üniversitede görevler yaptım. Ondan sonra siyasete çağırdılar, gittim. Bir yerde görev yaparsanız, başka bir görev veriyorlar. Ben de hep bana verilen görevleri yaptım.
Uğraştığım işlerin hiçbirinde büyük bir şey yapmadım; ama hepsinde azar azar bir şeyler yaptım. Öyle olunca insan birçok yerde iz bırakıyor, ama hiçbirinde çok büyük bir şey yapmamış oluyor.
Pişman olduğum bir şey yok, ama hayatım baştan yazılsa sadece bilimle ve yazmakla uğraşırdım.”
Deniz Baykal'ın daha eski yıllardan itibaren güvenilmez biri olduğuyla ilgili yorumları da var ama çok uzun yazamıyorum şimdi. Kendiniz okuyun, yorumlayın.
14.03.2010
Kütüphane ( Uçurtma Avcısı )
Bir çoğunuzun Afganistan hakkında fikri olduğundan eminim, belki Taliban ya da Çeçen direnişçiler gibi kulağınıza çalınmış birkaç kelimeniz var, belki arkadaş ortamlarınızda yıllardır yaşanan ve süre giden işgal hakkında ahkam kestiğinizde olmuştur. Neden böyle söylüyorum ? Geçenlerde Hilmi Yavuz internet üzerinde rastladığım bir yazısında Uğur Mumcu‘nun cehalet tanımına değiniyor; “ Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak “. Bunun hepimizin genel geçer bir alışkanlığı ya da hastalığı olduğu gerçeğine uyandırmak istiyorum sizleri. Ve yanlış anlaşılmasın eleştirmiyorum, özeleştiriyorum .
Kitaba dönecek olursak bir yaşam öyküsü olmasının yanı sıra Afgan tarihine kısa bir bakış atmanızı sağlıyor ve sizi fikir sahibi olduğunuz bir konu da bilgi sahibi olmaya yönlendiriyor. Emir ve Hasan, Kabil‘de monarşinin son yıllarında birlikte büyüyen iki çocuk. Hasan Afganistan'da pek sevilmeyen bir azınlık olan Hazaralara mensup, babasıyla birlikte Emir‘in ailesinin yanında hizmetli olarak çalışıyor. Fakat bu sınıf farkına rağmen dost olmayı başaran bu çocukların öyküsü Emir‘in bu dostluğa olan büyük ihanetiyle sekteye uğruyor. Daha sonrası ise mükemmel ve sade bir anlatımla 30 yıl sonra da olsa baş edemediğiniz imtihanınızla yüzleşmenizi anlatıyor ve öykü artık sizin öykünüz oluyor.
Kitaba ağlatan roman diyorlar! Bu benim gibi sulu göz bir okuyucunun yorumu da olabilir. 2006 – 2007 yıllarında Penguin / Orange Readers‘s Group Ödülü‘nü kazanmış ve dünya da 8 milyonu aşkın kişi tarafından okunmuş. Kitaptan uyarlanan film “Kite Runner “ 2007 yılında gösterime girmiş.
Kitaptan alıntılar :
“Artık Baba‘nın yanıldığını görebiliyorum; bir Allah var. Her zaman da vardı. O‘nu burada, bu umutsuz, yılgın koridordaki insanların gözlerinde görebiliyorum. Burası Allah‘ın gerçek evi; O’nu kaybedenler O’nu yine burada bulabilir – göz kamaştırıcı ışıkları, göğe yükselen minareleriyle o beyaz camide değil. Allah var, olmalı. Şimdi dua edecek O’na yakaracağım; bunca yıldır O’nu ihmal ettiğim, yalan söylediğim, hiçbir cezaya uğramadan, özgürce günah işlediğim için! Bir de O’na, bunca zaman görmezden gelip şimdi sıkışınca, sırf ihtiyaçtan başvurduğum için bağışlamasını isteyeceğim. Kitabın söylediği kadar merhametli, verici rahim olduğu için O’na yalvardığımı açıklayacağım…Yeter ki duamı kabul etsin, şu tek arzumu yerine getirsin: Hasan‘ın kanı ellerime bulaştı; oğlunun kanının da bulaşmaması için Sana yalvarıyorum. “
“ İslamabat‘a kadar olan dört saatlik yolculuğun neredeyse tamamında uyudum. Bir sürü rüya gördüm, çoğunu karmakarışık imgeler halinde anımsıyorum; beynimden hızla akıp geçen, silik sahneler: Baba on üçüncü doğum günüm için kesilen kuzunun etini terbiye ediyor. Süreyya‘yla ilk kez sevişiyoruz, güneş doğudan yükselmekte, düğün marşı hala kulaklarımızda çınlıyor, kınalı elleri benimkilere kilitlenmiş... Hasan‘ın pantolonundan sızan kan karın üzerinde kopkoyu, neredeyse siyah görünüyor. Kan çok güçlü bir şeydir, baçem. Cemile Hala Süreyya ‘nın dizine dokunuyor, en iyisini Allah bilir; demek ki böyle yazılmış, diyor. Babamın evinin damında uyuyorum. Baba tek önemli günahın hırsızlık olduğunu söylüyor . Yalan söylediğinde bir insanın gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Rahim han telefonda, bana yeniden iyi olmanın bir yolu vardır, diyor. Yeniden iyi biri olmak mümkün … “
11.03.2010
Kütüphane ( Senelerce Senelerce Evveldi )
Aslında kitaptan önce yazarından ve bugüne kadar okuduğum kitaplarından kısaca bahsetmek isterim. Selçuk Altun , Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik okumuş, yıllarca bankalar da yöneticilik yapmış. Ama bu arada durmamış biriktirmiş, durmamış yazmış. İlk okuduğum kitabı Oktay Rıfat'ın meşhur şiirinden ismini alan Yalnızlık Gittiğin Yoldan Gelir. İkinci kitabıysa aynı kitabın devamı olan " Bir Sen Yakınsın Uzak Kalınca. Derken efendim Annemin Öğretmediği Şarkılar ve en son Senelerce Senelerce Evveldi. Selçuk Altun öyle Sefiller 'i, Tutunamayanlar'ı anlatan bir yazar değil. O karakterlerinin iyi tahsilli olmasına, klasik müzik sevmesine, kitap ve sanata tutkun olmasına ve mümkünse babadan kalma ya da havadan bir yerlerden gelme servet sahibi olmasına dikkat ediyor. Entellektüel birikimi, parası ve bol vakti olan bu insanları kimi zaman dünyanın en iyi yazarının, kimi zaman bir Edgar Allan Poe hikayesinin peşinde dünyanın bir ucundan diğerine sürüklüyor .
Gelelim kitaba, kitap 30 yaşına kadar özetlenmiş bir hayat hikayesiyle başlıyor. Karakterimiz Kemal Kuray' ın hayatı 30 yaşında kullandığı F-16 uçakla kaza yapması ve askeri görevinde gözden düşmesiyle bir anda değişiyor. İşte ondan sonrası bir Edgar Allan Poe hikayesi tadında. Kemal bir başkasının yazdığı bir hikayenin parçası olduğunu bilerek yeni yolunda ilerlemeye başlıyor. Kitapta karşınıza çıkan her karakterin yaşam öyküsünü ve kırık dökük aşklar haritasını bulacaksınız. Yolun sonunda sizi bir soru karşılayacak; Göz gör(e)meden gönül sever mi ?
Kitaptan alıntılar da yapmak istiyorum zira bunlar kitabı satıyor:
" Gelecek geçmişi aratmayacak " diyor İçimdeki Ses. Ona inansam mı? Ölümden dönerken yaşama küsmek, sınav değilse ödül müdür? Müzik tutkumdan ürkünce de uyarmıştı İçimdeki Ses. Bir ney taksimiyle irkildiğimde, beş yaşındaydım. Halama dönüp, "Bu konuşan Allah Baba değil mi ? " demişim.
***
Cennet/Cehennem, Geçmiş/Gelecek ve Gündüz/Gece koordinatlarını kucaklayarak kendimi bir tefekkür labirentine attım. Bu çıkmazdan kurtulduğumda; artık bir Poe karakteriydim.Rolümün hakkını verebilmem için maddi açıdan da kudretli olmak ve sırtımda ki gizem pelerinini asla çıkarmamam gerekti.
***
"Sana bir mesajım var genç hemşerim; hayatında unutulmaz bir kadın olmayan bir erkek , bu dünyada yaşamamış, var olmuştur."
12 Şubat 2010
Kütüphane ( Tanrılar Okulu )
Eat less and Dream more .
Sleep less and Breathe more.
Die less and Live forever .
***
Dream, dream, dream. Never stop dreaming. Reality will follow.
Düşle, düşle, düşle… Düş kurmayı asla bırakma! Gerçekler ardından gelecektir.
***
The world is such, because you are such.
Dünya böyle çünkü sen böylesin .
***
… karışıklık , şüphe ,kargaşa , kriz , kızgınlık , umutsuzluk ve acı , tümü büyümek için yararlanılması gereken mükemmel fırsatlardır.
***
Kendinize bir bakın! Kendinizi titizlikle irdeleyin! Varlığınızın en karanlık köşelerine kadar girin! Her türlü şüphe ve korkunuzu, daha yüreğinizde filizlenmeye başladığı o ilk anda kendi ellerinizle boğun. Gerekirse kendinize karşı zor kullanın. Kendinize mutluluk, huzur ve netlik yükleyin. Dışınızdaki dünyanın koşulları sizi mutsuz edemez, ama sizin mutsuzluğunuz dünyada ki tüm sefaletlerin kaynağını yaratır. Yoksulluk aklın bir hastalığıdır!
***
Herşey de kendinizi suçlayın, başınıza ne gelirse gelsin kendinizi sorumlu tutun. Tüm sırların sırrı, Mea Culpa ‘* dır . * Suç benim.
***
…En büyük devrim, tüm girişimlerin en büyüğü, hatta tek ve en anlamlı olanı, kendini değiştirmektir.
***
Hiç kimsenin , kendinden büyük bir amacı olamaz , sıradan bir insan bir apartman dairesine sahip olmayı düşler, başkası bir villayı düşleyebilir, ama Versailles Sarayı‘nı ancak bir kral düşleyebilir.
***
Gerçek özgürlük bir armağan olarak gelmez. İnsan bunu tüm gücüyle yürekten istemeli ve bedeli her ne olursa olsun onu hak etmek için çaba göstermelidir. Bunu ancak o zaman elinde tutabilir. Benim dünyamda dehşetinizin ve ağırkanlılığınızın tek bir zerresine bile yer yoktur. Daha fazlasına sahip olmak ve daha fazla olmak için, sahip olduğumuz ve bizi biz yapan her şeyden vazgeçmek gerekir .
***
İnsanın en büyük yanılgısı bir geleceği olduğuna inanmasıdır. Oysa sıradan bir insanın bir geleceği yoktur. Görünenlerin ötesinde, o daima ve sadece geçmişiyle karşılaşır. Yine de herkes yaşamında başına gelenlerin, yalnızca onun için özel olarak yaratılmış, daha önce hiç olmamış, yepyeni olaylar olduğunu varsayarak kendini kandırır. İnsanın çevresinde gördüğü yani dışındaki gerçeklik geçmiştir. Senin şimdi olarak nitelediğin şey aslında gecikmeli bir yayındır... Kişinin yaşamını yönetmesinin tek yolu ‘an ve burada ‘ olmaktır…
***
Yaşam içinde bulunduğun durumu gösteren en korkunç maskesini takıp, sen her nerdeysen seni oradan çıkartmaya gelir. Korktuğun şey nedir? Yoksullaşmak mı? Terk edilmek mi? Sağlığını, evini veya işini yitirmek mi? İşte yaşamının seni korkutmak için takınacağı maske de o olur. Bir kişi her neden korkuyorsa, yolda önüne çıkacak olaylarda o korkusu birebir gerçekleşerek kendini gösterir. Geçilmemiş sınavlar gibi er ya da geç onları yeniden göğüslemek zorunda kalacaktır .
***
Korkularından kendi kurtar! Korkusuzluk, mutlak doğruya ve bütünlüğe geçilen kapıdır, ama göstereceğin hiçbir çaba seni korkusuz kılamayacaktır. Korkusuzluk, sen korkacak hiçbir şey olmadığına inandığında, kendiliğinden gelecektir.
***
Düş var olan en gerçek şeydir. Kendini düşe çelikten bir halatla bağla ve hiç kimsenin, hiçbir şeyin seni ondan ayırmasına izin verme! Düş'ten yoksun bir adam, evrende kaybolmuş bir kırıntıdan farksızdır .
11.01.2010
Hayatınız Size Lazım mı ?
Ölümden mi yoksa hayattan mı kaçmak istiyorsunuz ?
Hangisi daha korkutucu peki ? Hayat mı ölüm mü ?
Ölüm bir defada geliyor ve gidiyor...
Ya hayat kaç defada öldürüyor sizi ?
İyi düşünün hayatınız size lazım mı ?
Hayattan mı yoksa kendinizden mi kaçmak istiyorsunuz ?
Yaşadıkça eksildiğinizi hissediyor musunuz ?
Güneş milyonlarca yıldır eskimeden doğduğu halde , biz uyandığımız her yeni günde neden eskiyoruz , cevabını verebiliyor musunuz ?
Cevaplanması en zor soruların ,aslında en kısa ve kolay gözükenler olduğunu , çoktan anladınız...
Sorulardan hep korkarak , hayatın çıkmazlarına cevaplar bulamadan yaşayıp gidiyorsunuz ...
Bir kez daha düşünün , anlamını çözemediğiniz ve cevaplarını bulamadığınız bir hayat gerçekten size lazım mı ?
Bilirsiniz , biz artık bize lazım olmayan her şeyi bodrum katlarına , tavan aralarına ve arka odalara atarız ...
Orada unutulup , çürüyüp gitsinler diye...
Ahmet Savaş
Aşk ve Cinayet Koleksiyonu
KLİŞELER02
Klişe tespiti : Esra Yamaç
BAHAR GELME ÜSTÜME !
Bahar, yalvarırım çek git işine!..
Salma üstüme çiçeklerini,
...aklımı çelme!..
Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde; sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.
Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...
Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem...
Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü böcek...
Yapma bunu bana bahar,
Böyle üstüme gelme...!
* * *
Zaten damarlarıma zor zaptediyorum kanımı...
Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime...
Kalbimin buzları erimiş.
Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir...
Bir de sen çıldırtma beni...
Krizdeyim ben... tembelliğin sırası değil, uyamam sana...
Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol.
Meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar beni...
Bulutların üşüşmesin başıma...
Girme kanıma benim...
...yoldan çıkarma...!
* * *
Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin,
afrodizyakların en etkilisi,
Sevdanın suç ortağısın.
Kıyma bana...!
Biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka; gövdemi azdırıp sonra birden çekip gideceksin.
Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, beni bir kuraklığın ortasında terk edeceksin...
O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman...
Ne o delişmen sabahlar kalacak, ne günaha çağıran çapkın eteklerin
uçuştuğu günbatımları...
Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan...
Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgarlarında...
Yeşerttiğin çiçekler, yürekler solacak; damar damar çatlayacak ruhumuz...
Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden... yüreğim viraneye...
Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da...
Ebedi bahar, bir başka bahara kalacak.
* * *
İyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar...
İş açma başıma...
Git işine!
Yoldan çıkarma beni!...
CAN DÜNDAR
http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=2088
28 Mart 2010 Pazar
ÇOCUKLUK
Yaklaşık 30 yıl süreli bilimsel bir araştırmada gençlere "çocukken anne babanızdan dayak yediniz mi?" diye sorulmuş. Yüzde 82 oranında "evet!" cevabı gelmiş. Onlarca yıl sonra aynı kişilere aynı soru yöneltildiğinde oran yüzde 33'e düşmüş. Diyorum işte... "Mutlu çocukluk" denen şey yetişkinliğe has bir uydurma! Çok mu kötümserim? Peki! Öyle olsun! Zaten bana da bayağı mutlu bir çocukluğum varmış gibi gelmeye başladı. Tamam da, çocukluğumun o korkunç can sıkıntıları, o hüzünlü öğleden sonralarım, dehşetli kalp kırıklıklarım neyin nesiydi?
Haşmet Babaoğlu
SABAH
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/babaoglu/2010/03/28/pazar_notlari_hastanenin_mahkmlari
27 Mart 2010 Cumartesi
ZAMANE
Ben günümüz ilişkilerinin "görme biçimleri"ni yazacaktım. Hani tanınmış psikanalist Darian Leader'ın "oraya buraya atılmış erkek çorapları işler iyi giderken sevecenlik yağmurlarına neden olur; işler kötü giderken birdenbire kötü kokmaya başlar" dediği şeylerden söz edecektim...
Sadece o kadar mı?
Mesela beş sene önce kankileriyle "Oha! Magandaya bak, sevgilisine hediye olarak televizyon kanalı satın almış" diye kıkırdaşarak dedikodu yapan kızların olay gerçekten kendi başlarına gelince, bunu aşkın simgesi olarak görmesine yol açan dünyayı sorgulayacaktım....
Haşmet Babaoğlu
SABAH
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/babaoglu/2010/03/27/bizi_kor_eden_sevmek_degil_sevilmek
26 Mart 2010 Cuma
ELMA
24 Mart 2010 Çarşamba
KLİŞELER 01
Tam karşımdaki masada oturuyorlar. Belli ki, arkadaş kalmakla çift olmak arasındaki ince çizgiyi aşmanın eşiğine gelmişler. Adam sürekli işini gücünü, araya beklentilerini ve hayal kırıklıklarını ekleyerek anlatıyor. Kadın sakin biçimde kahvesini yudumlayarak onu dinliyor. Fakat bir süre sonra kadının yüzü bozuluyor. Çünkü adam zorlanıyor. Böyle giderse çizgiyi aşamayacak, arkadaşlığın güvenli alanında kalacak... Kadın birdenbire sesini yükselterek şunu söylüyor: "Çok mantıklı konuşuyorsun. Bu kadar mantıklı olmaya ihtiyacımız var mı Allah aşkına!"
Haşmet Babaoğlu ( Sabah Gazetesi)
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/babaoglu/2010/03/21/pazar_notlari_hangi_degisim