Up In The Air filminin cazibesi yalnızca Oscar adayı olmasından değil, başrol oyuncusunun o çekici gülümsemesiyle George Clooney olmasından geliyor.
Film bulutların üzerinden seyredilen bir şehir manzarası ve güzel bir müzikle başlıyor. Ardından işi çeşitli eyaletleri dolaşıp insanları işten kovmak olan, düzenli bir yaşamı olmayan ve uçaklarda seyahat ederek ömrünü geçiren bir adamın hikayesini izlemeye başlıyorsunuz. Ryan işi gereği bağlılıklara inanmıyor ve verdiği seminerlerde bir sırt çantasına doldurduğu somut ve soyut dünyayı bir şekilde kendine yük etmekten kurtulmak gerektiğini anlatıyor.
Sonra kendisi gibi seyahat ederek çalışan Alex ile tanışması ve işi öğretmek için yanında gezdirdiği çömezi bir an da o güne kadar inandığı değerlerini sorgulamaya başlamasına sebep oluyor. Alex ile olan ilişkisine kendince anlamlar yükleyen esas oğlan kız kardeşinin düğününe onunla birlikte gidiyor ve hayatında ilk kez sırt çantasında omuzlarını acıtan kocaman bir yalnızlık taşıdığını fark ediyor .
Buraya kadar her şey güzel, insanın doğasının yalnız olmakla bağdaşmadığını ve hayatının bir noktasında bir hayat arkadaşına ya da bir aileye ihtiyacı olduğunu anladığı pek çok film izlemişsinizdir. Bu farkındalık muhtemelen hepinizi heyecanlandırır ve kendinizle özdeşleştirdiğiniz film karakterinin daha mutlu bir geleceğe olan yolculuğunun coşkusuna kapılırsınız. İşte film size önce bu kapıyı açıyor . Hayat felsefesini sorgulayan Ryan bir seminerin ortasında anlattığı şeylere artık inanmadığını fark ediyor ve kendini Alex'in yaşadığı şehre götüren bir uçakta buluyor . Alex'in kapısını çalıyor ve ta ta, onun zaten eşi ve çocuklarıyla yalnız olmadığı bir başka hayatı var!
Kapı suratınıza kapandı değil mi? Daha bitmedi, Ryan ve Alex arasında geçen bir telefon konuşmasına şahit oluyorsunuz. Alex, “Sen bir araydın, hayatıma açtığım bir parantez!“ diye başlayıp devam eden birkaç kelam ediyor. Sonrası yalnızlığına dönen bir adam ve film boyunca düşündüklerini bir yutkunmayla sindiren bizler.
Filmin o boğazınıza oturttuğu yumru ve midenizdeki karıncalanma sanırım hayat denilen şeyin tam da kendisi. Çok katlı binalara taşınmış şirketlerde hapsolmuş yalnız insanlar… Başkalarının hislerini hiçe sayıp kendine parantez açanlar! Ve yanınızda kim olursa olsun yalnız öleceğiniz gerçeği. İşte karmaşık bir sürü duyguya kapılacağınız, gerçekten harika bir film…
Son birkaç cümle daha: Hayat devam ediyor! İnsana insan gerek, geç olsa da öğrendiniz belki. Birilerinin hayatında bir nokta olabilirsiniz. Belki bir ünlem! Ama kimsenin hayatında parantez olmak zorunda değilsiniz. Çünkü en değerli sizsiniz...
Film yorumumu bir motivasyon yazısına dönüştürdüğüm için kendimi ayrıca tebrik ediyorum... :)